top of page

Geçmişte ve günümüzde bilim ve teknoloji ilişkisi; geçmişten günümüze bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler; bilim ve teknolojinin sosyal değişime etkileri; insanlığın ortak bilim mirası; ünlü Türk bilim insanları; yabancı bilim insanları; doku ve organ nakli, nano-teknoloji, gen teknolojisi gibi çağdaş bilimsel gelişmelerin yaşama etkisi; Türk Patent Enstitüsü; telif ve patent hakları; uzay ve havacılık çalışmaları.

 Değişme, hem gelişme ve ilerleme, hem de bozulma ve çözülme anlamlarıyla doğrultu ifade etmeyen, sosyal bilimlerin en temel nötr kavramlarından biridir. Sosyoloji, sosyo-kültürel, sosyal ya da toplumsal değişme ile, ekonomi ekonomik değişme ile antropoloji kültürel değişme ile uğraşmaktadır. Mümtaz Turhan (2002:23) sosyal değişme konusunu, sosyal psikoloji açısından "kültür değişmeleri" başlığı altında incelemektedir. Değişmelerin, kültürün bütün sahalarına yayıldığını, örf ve adetlerde, alışkanlıklarda, tutumlarda, zihniyetlerde, dünya görüşünde olabileceğini bunun da psikolojinin öz ve esaslı konusu olduğunu ileri sürmektedir. Tarih disiplini ise, yukarıdaki bu bilimlere geçmişten günümüze değişim ve sürekliliğe ilişkin bol miktarda veri sağlamaktadır. Tarihçiler, belirli zaman ve mekânda gerçekleşen bir tarihsel olayın sebep ve sonuçlarını inceleyerek, sosyal değişmeye etkilerini ortaya koyarlar. Bununla birlikte tarihçiler, belli bir zaman ve mekânda olmuş olan her bir tarihi olayın kendine özgü yanlarını ön plana çıkarırken, aşağıda da görüleceği üzere bazı sosyologlar, bu verilerden hareketle, bir tür modeller ve kuramlar geliştirme uğraşı içine girmişlerdir. Hiçbir toplum statik, hareketsiz ve durağan değildir (Tezcan, 1993: 165). İnsanlığın, dünya üzerindeki uzun yürüyüşleri göz önüne getirildiğinde M.Ö. 10 bin yıllarında "Neolitik Devrim" ile hızlı bir değişme dönemi yaşandığı ve ondan sonra toplumsal yapılarda uzun süre yavaş bir değişme sürecine girildiği anlaşılmaktadır. Ancak hastalıklar, depremler, savaşlar ve göçlere bağlı olarak demografik yapının sürekli değiştiği ve kültürlerin alışveriş içinde olduğu bir gerçektir. Tarih disiplinin en önemli problemlerinden biri, Batı Avrupa’nın yükselişinin nedenlerini açıklamaktır. Son dört yüz yıl içinde Haçlı Seferleri, Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler, Aydınlama Çağı, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi gibi olayların yol açtığı sanayileşme ve kentleşme ile birlikte Avrupa kıtası, dünya tarihinde etkin bir konuma geldi. 1750'lerden sonra yaşanan birinci dalga Sanayi Devrimi ile Batı Avrupa, hızlı değişim sürecine girmiş, ham madde ve pazar arayışı içinde dünya siyasetinde daha aktif bir rol almıştır. I. ve II. Dünya Savaşları askeri teknolojinin gelişmesine yol açtı. II. Dünya Savaşı'nın arkasından yorgun düşen Avrupa devletleri ve özellikle İngiltere, dünya tarihindeki etkin rolünü yitirmiş, siyasi, ekonomik ve askeri güç Amerika Birleşik Devletlerine geçti. Almanya'nın yenilgisinin ardından ABD'ye ve Sovyet Rusya'ya giden Alman bilim insanları, uzay çalışmalarını ilerletmişler, V- 1 ve V-2 füzeleri daha da geliştirerek, uydu teknolojisinin alt yapısını attılar. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının arkasından, askeri amaçlara hizmet eden bu uydu ve internet teknolojilerinin demokratikleşmesine yani sivil amaçlarla kullanılmasına bağlı olarak insanoğlu, tarih boyunca görülmemiş hızlı bir iletişim devrimi yaşamış ve sosyal bilimler "küreselleşme" denen bir olgu ve kavram ile karşı karşıya gelmiştir. Bu tür bir küreselleşme çağımıza özgü olup, tarih içinde Roma, Moğol ve Osmanlı gibi imparatorlukların öncülüğünde yaşanan kısmı küreselleşmeden çok farklıdır ve günümüz de buna büyük şirketler öncülük etmektedir.

Bugün küreselleşme, dünya çapında sosyal değişmeleri tetikleyerek, bir yandan benzer yapı ve ilişkilerin kurulmasına yol açarken, diğer yandan her ülkeyi hafıza mekânlarını yeniden saptama ve bir sonraki kuşağa aktarma çalışmalarına teşvik etmektedir. Önümüzdeki on yıllarda pek çok ulus-devletin dili ve kültürünün müzelerde çiplerde saklanacağı ve ölü bir kültür muamelesi göreceği düşünülürse, bu telaş daha iyi anlaşılabilir. Sosyal bilimlerde “Hafıza Mekânları” kavramını ilk kullanan kişi Fransız tarihçi Pierre Nora’dır. Nora’ya (2006) göre hafıza mekânı, “herhangi bir toplulukta, insanların iradesiyle ya da zamanla, ortak hafıza malına eklenerek, simgesel öğe haline getirilen maddi ya da fikri düzeydeki her anlamlı birim” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, hafıza mekânları düşüncesi; coğrafi yerleri, önemli kişileri ve onların cenaze törenlerini, önemli tarihi günleri, anıtsal binaları, tarihsel olayları, anıtları, kitapları ve ansiklopedileri, savaşları, bayramları, güzel sanatlar eserlerini, anma programlarını, amblem ve sembolleri, görüntüleri içermektedir. Görüldüğü gibi, Nora, bu kavramı sadece “yer” ifadesinin çok ötesine taşımaktadır. Bir ülkenin hafıza mekânlarının, sosyal değişmeye bağlı olarak yeniden üretilen unsurlar kadar, hem de sürekli bir varlığa sahip unsurlardan oluştuğuna dikkat edilmelidir.

Doç.Dr. Bahri ATA

bottom of page